NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
يَزِيدُ بْنُ
زُرَيْعٍ
حَدَّثَنَا
النَّهَّاسُ
بْنُ قَهْمٍ
قَالَ
حَدَّثَنِي
شَدَّادٌ أَبُو
عَمَّارٍ
عَنْ عَوْفِ
بْنِ مَالِكٍ
الْأَشْجَعِيِّ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
أَنَا وَامْرَأَةٌ
سَفْعَاءُ
الْخَدَّيْنِ
كَهَاتَيْنِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَأَوْمَأَ يَزِيدُ
بِالْوُسْطَى
وَالسَّبَّابَةِ
امْرَأَةٌ
آمَتْ مِنْ
زَوْجِهَا
ذَاتُ مَنْصِبٍ
وَجَمَالٍ
حَبَسَتْ
نَفْسَهَا
عَلَى يَتَامَاهَا
حَتَّى
بَانُوا أَوْ
مَاتُوا
Avf b. Malik el-Eşcaî'den
(rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Asil ve güzel
olduğu halde kocasından dul kalıp da yetim çocukları için (onlar ev bark sahibi
olup kendisinden) ayrılıncaya kadar yahutta (onlar) ölünceye kadar, kendini (kocaya
varmaktan) alıkoyan (ve bu hususta karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle) yanakları
kararan kadınla ben kıyamet gününde (biribirimize yakınlıkta) şu ikisi
gibiyiz."
(Ravi) Yezid, (bu hadisi
rivayet ederken Hz. Nebi'in bu hadisi söylerken yaptığı hareketi aynen
göstermek için) orta parmağıyla şehadet parmağına işaret etti.
İzah:
Sa'fâ: rengin değişip
kararması veya bozarmasıdır.
Hadis-i şerifte bu
kelimeyle, kasd edilen dul kalıp da yetim çocuklarını düşünerek evlenmeyi bile
terk edip onları yetiştirmek için her türlü sıkıntıyı çeken ve bu sıkıntılar
neticesinde de tazeliğini ve güzelliğini kaybeden kadındır. Hadis-i şerif,
yetim çocukları koruyup gözetmenin onları İslam terbiyesi üzere yetiştirmek
üzere gösterilen çabaların ve bu hususta çekilen sıkıntıların mükafatının
büyüklüğüne, yetim çocukların yetişmesi hususuna bütün bu bir gençliğini feda
eden yetim annelerin cennetteki makamlarının yüksekliğine bir delildir.
Bu mevzuda gelen
hadislerden bazıları şu mealdedir:
1. "Cennetin
kapısını ilk açan ben olacağım, bununla birlikte bir kadının (cennetin kapısını
açmak üzere) beni geçmeye çalıştığını görünce:
Ne oluyor sen kimsin?
diye soracağım. O da:
Dünyadayken yetim kalan
çocuklarımın başını bekleyen bir kadınım" diye cevap verecek.
2. Uz. Yâkub (a.s.)'a:
"Gözünü kör eden,
belini büken nedir?" dediler. Hz. Yakub:
Gözümü kör eden Yusuf'a ağlamam, belimi büken
ise kardeşi Bün-yamin'e olan üzüntümdür" dedi. Bu sırada Yakub (a.s.)'a
Cebrail geldi ve:
Allah'ı (kullara)
şikayet mi ediyorsun, dedi. Yakub aleyhisselam da:
Ben sadece' gam ve
kederimi Allah'a arz ediyorum, dedi. Cebrail (a.s.):
Söylediğin şeyi Allah
senden iyi bilir, dedi. Sonra Cebrail geçip gitti. Yakub (a.s) evine girdi ve:
Ya Rabbü... Yaşlı ihtiyara
merhamet etmez misin? Gözümü görmez ettin, belimi büktün, reyhan çiçeği, kokulu
iki oğlumu bana geri ver de onları bir defacık koklayayım, sonra bana ne
istersen yap dedi, arkasından Cebrail geldi ve:
Ey Yakub! Allah sana
selam ediyor ve buyuruyor ki: Müjdeler olsun, onlar ölü bile olsalardı,
gözlerin aydın olsun diye onları diriltirdim. Ey Yakub, biliyor musun, gözünü
neden görmez ettim ve belini niçin büktüm. Yusuf'a kardeşleri neden o
yaptıkları işi reva gördüler? Yakub (a.s.):
Hayır, dedi. Cenab-ı
Hak da (ona) şöyle buyurdu:
Sana oruçlu, karnı aç
fakir bir yetim gelmişti, ailenle bir koyun kesip yediniz ve ona yedirmediniz,
ben yarattıklarımın arasında yetim ve fakirleri sevdiğim gibi hiçbir şey
sevmedim. Bir yemek hazırla ve fakirleri davet et."
Enes dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle devam etti. Bundan sonra her akşam Yakub (a.s.)
adına bir kişi:
Oruçlu olan varsa
Yakub'un yemeğine buyursun diye çağırır, sabah olunca da:
Oruca niyet etmeyen
Yakub'un yemeğine buyursun, diye bağırırdı.